YARGITAY’IN KASTI BELİRLEMEYE YÖNELİK ÖLÇÜTLERİ
Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı
Failde öldürme kastının olup olmadığını belirleyebilmek için kullanılan ölçütlerden birisi, faille mağdur arasında öldürmeyi gerektirecek bir husumetin olup olmadığıdır. Uygulamada, önemli bir husumetin bulunması halinde failin kastının öldürmek,bulunmaması halinde ise yaralamak olduğu kabul edilmekle birlikte bu kural mutlak olarak uygulanmamaktadır.
Hangi anlaşmazlığın öldürmeyi gerektirdiği hangisinin ise gerektirmediği gibi bir ayrım sahici olmadığı gibi hukuki zemini de yoktur. Çünkü öldürmeyle sonuçlanan pek çok olayda, ‘öldürmeyi gerektiren bir husumet’ tespit edilememektedir.
Burada kastettiğimiz husus, özellikle kan gütme, töre gibi saik suçlarında, önceden var olan başka bir olayla irtibat kurulup kurulamadığı, başka biri tarafından azmettirilme neticesinde meydana gelip gelmediği gibi belirli bir nedenin tespitidir.
“Sanık … ile katılan …’un mensup olduğu aileler arasında husumet bulunduğu, katılan …’un babası ve aynı zamanda inceleme dışı davanın katılanı …’un, sanığın ailesine haber göndererek kendilerinin gittiği kahvehaneye gelmemelerini istediği, olay günü sanık …’ın katılan … ve babası …..’in bulunduğu kahvehaneye gitmesi ile katılanların sanığa hakaret ederek sanığın üzerine yürüdükleri, eve dönen sanığın kahvehanede yaşananları babasına anlattığı, sanık …’ın, babası…..ve annesi….. ile birlikte araçlarına binerek olay yerine geldikleri, katılan ve yakınlarıyla tartışmaya başladıkları, yaşanan tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine sanık …’ın aracından çıkardığı av tüfeğini yaklaşık 3-4 metre mesafede bulunan …’a doğrultarak bir el ateş ettiği, …’un karın ve sağ üst bacak bölgesine isabet eden çok sayıda saçma tanesi ile ince bağırsakta meydana gelen delinmeler dolayısıyla yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralandığı, …..’in yanında bulunan ve atış mesafesi, kullanılan silahın niteliği göz önüne alındığında, açılan ateş sonucu dağılacak saçma taneleri ile yaralanması hayat tecrübelerine göre mutlak olmayan ancak beklenebilen katılan …’un ise bacağının sol tarafına isabet eden saçma taneleri ile basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde aynı atış ile yaralandığı olayda; sanık …’ın av tüfeği ile katılan …’u öldürme amacıyla ona doğru bir kez ateş etme eyleminin hukuki anlamda tek fiil sayılması gerektiği ve bu suretle tek olan eylem sonunda hem katılan …’a karşı kasten öldürme suçuna teşebbüsün”
Öldürme kastı ya önceden failin iç dünyasında yer almaya başlamıştır; fail yerini ve zamanını kollamaktadır. Burada tasarlayarak öldürme kastı düşünülür. Yahut öldürme kastı aniden oluşur. Fail, olay sırasında o denli öfkelenmiş ya da birtakım düşünce veya kanaatlere kapılmıştır ki; bir anda gözünü kan bürüyerek öldürmekten ya da öldürme amacıyla yaralamaktan kaçınmamıştır. Bunun böyle olduğu binlerce dosyadan gerek Ceza Dairesince gerekse Ceza Yargıç ve Savcılarınca pekala bilinmektedir.
Fail ile mağdur arasında çıkan son derece basit bir tartışma sonucu yaralama eyleminden, failin kastının öldürmek olduğunu çıkartmak pek güçtür. Ancak ülkemizde çok basit meselelerden çıkan tartışmalarda bile kasten öldürmeye teşebbüs suçunun gerçekleştiğine ne yazık ki tanık olmaktayız. Mesela yan bakma tartışması, yol verme tartışması, çay ücretinin ödenmemesi tartışması gibi. Ancak söz konusu tartışmalarda husumetin olduğunu söylemek güçtür. Nitekim Yargıtay’ın da husumet belirlemesi yaparken bu unsurları göz önünde bulundurması gerekmektedir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı; “Sanıkla maktul arasındaki hukuki ihtilafın husumet boyutunda olmaması, ani gelişen olay sırasında sanığın yakın mesafeden maktulün bacak bölgesini hedefleyerek her 3 atışını da yukarıdan aşağıya seyredecek şekilde yapmış olması, sanığın atışlarına devam etmesine engel bir neden bulunmamasına karşın maktulün bacak bölgesini hedeflediği atışlarından sonra çalışır durumdaki tabancasında, atışa hazır 8 mermisi daha bulunmasına karşın, yaralı ve savunmasız durumdaki maktule yönelik silahla tekrar ateş etme eylemine kendiliğinden son vermiş olması, maktulün süren hakaretlerinin verdiği hiddetle bir kez de tabancanın kabzası ile maktulün başına vurduktan sonra olay yerini terk etmiş olması, başa tabancanın kabzası ile vurma eyleminin maktulün kafa kemiklerinde herhangi bir kemik kırığına yol açacak şiddette olmayışı hususları birlikte göz önüne alınıp sanığın olay öncesi, olay esnası ve sonrasındaki davranışları bir bütün olarak değerlendirildiğinde; sanığın öldürme kastıyla değil yaralama kastıyla hareket ettiği, yaralama eylemiyle maktulün ölümü arasında illiyet bağı bulunması karşısında sanığın eyleminin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.”
İlgili olayda bizce de ihtilaf husumet boyutuna ulaşmamıştır ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulu çoğunluğu hatalı bir değerlendirme yaparak husumetin oluştuğunu kabul etmiştir. Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı ise gerekçesini yukarıda belirttiğimiz şekilde açıklamıştır. Görüleceği üzere husumet belirlemesi yapmak ceza tayini açısından oldukça önemlidir. Nitekim husumet vardır diyen taraf kasten öldürmenin oluştuğu sonucuna varmışken husumet yoktur diyen taraf neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralamanın var olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla bu husus hayati öneme sahiptir.
Yargıtay’ın son dönemdeki uygulamalarında bu kıstastan ziyade ağırlıklı olarak, eylemin vasfını belirleme bakımından, failin hedef aldığı failin hedef aldığı vücut bölgesi, yara yeri ve yaranın niteliği, kullanılan aletin elverişliliğini dikkate aldığı gözlemlenmektedir. Ancak diğer kıstaslar ile bu kıstasa işaret de edilmektedir.
“Taraflar arasında öldürmeyi gerektirir husumet bulunmaması, mağdurdaki yara sayısının tek oluşu ve niteliği, engel bir durum olmamasına rağmen sanığın eylemine kendiliğinden son vermesi hususları birlikte göz önüne alındığında, sanığın kastının öldürmeye yönelik olmadığı, eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğu gözetilmeden suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde kasten öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması,”
Adam öldürme suçunda saikin önemli olmadığından bahsetmiştik, bu kriter bakımından ise saik ön plana çıkmaktadır. Esasında saik de kişilerin iç dünyalarına ilişkin olmakla birlikte çoğu zaman tasarlamanın, kan gütmenin, törenin olup olmadığı konusunda kaldırım taşı niteliğine haizdir.
Husumet belirlemesi yapılırken de failin saiki göz önüne alınmakta ve ilgili saikin öldürme ağırlığında olup olmadığının belirlemesi yargı organınca takdir edilmektedir. Kanımızca Yargıtay’ın bu unsuru tek başına gözetmemek konusundaki uygulaması isabetlidir. Ancak bu demek değildir ki, bu husus göz ardı edilsin. Her ne kadar failin kastını belirlemek açısından tek başına uygulanması olanaklı değilse de, diğer unsurlar ile birlikte ele alındığı zaman bu kriter yol gösterir nitelikte olmaktadır. Ancak tek başına kasta esas teşkil etmesi düşüncesi ise yukarıda belirttiğimiz üzere birçok haksızlığı beraberinde getirmektedir. Aksi takdirde ,yalnızca bu kriteri esas alırsak, adil yargılanma hakkının zedeleneceği aşikardır.
Olayda kullanılan vasıtanın öldürmeye elverişli olup olmadığı
Suçun işlenmesi esnasında kullanılan araç, failin kastının öldürme yönünde mi yoksa yaralama yönünde mi olduğunun tespiti konusunda önemli bir kriterdir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki yalnızca suç aletinin öldürücü nitelik taşıyıp taşımadığına bakılarak kastın varlığı veya yokluğu sonucuna varılamaz. Yapısında öldürücülük özelliği bulunan bir araç öldürme kastı dışında kullanılabileceği gibi, öldürücü nitelikte olmayan bir aracın öldürme suçunda kullanılması mümkün olabilir.Nitekim kişi elindeki tabancayla mağduru vurmayarak kabzasıyla bayıltmışsa failin saikinin öldürmek olduğunu söylemek güçleşecektir. Buna tezat bir şekilde de failin, normal şartlar altında öldürücülük vasfı bulunmayan mıhlama kalemiyle mağduru öldürmeye teşebbüs etmesi de mümkündür.
Ayrıca fail, yumruk veya tekme kullanabilecek iken; delici, kesici, yaralayıcı bir alet kullanmış ise veya yakın mesafede ateşli silah kullanmış ise, bu durumda failin öldürme kastıyla hareket ettiği söylenebilir.
“Somut olayda sanık, suç aleti orak elinde olduğu halde 150 m kadar koşarak maktulün yanına vardıktan sonra saldırıp orakla sağ uyluk arka kısmına vurmuş, bulunduğu yere düşen maktul femoral arter kesisi nedeniyle çok kısa süre içinde ölmüştür. Suçta kullanılan orağın niteliği, olayda etkin biçimde kullanılmış olması, darbenin sağ uylukta 8 cm derinliğe ulaşıp femoral arter kesisine neden olacak ve derhal ölüm sonucunu doğuracak şiddette yöneltilmiş olması karşısında sanığın kastının özel daire bozma ilamında belirtildiği üzere öldürmeye yönelik olduğu, bu nedenle eyleminin kasten adam öldürmek suçunu oluşturduğu anlaşıldığından”
“Olayda kullanılan silahın türü itibariyle, tek bir atışla çeşitli büyüklüklerde ve çok sayıda saçma tanesi isabet ettirebilme olanağı sağlaması nedeniyle av tüfekleri, vücut bütünlüğüne zarar verme ve ölüm sonucunu elde edilmesinde son derece etkili bir silahtır. Suç aleti ve tüfeğinin ölüm sonucunu elde etmeye elverişli ve etkin biçimde kullanıldığı açık olduğundan sanığın eyleminin kasten adam öldürme suçuna uymaktadır.”
“Sanığın av tüfeği ile yakın mesafeden maktül ve mağdurların içerisinde bulunduğu kalabalığa doğru yakın mesafeden bilerek ve görerek yapmış olduğu birden fazla atış sonucu maktül ve mağdurların isabet alıp vurulabileceğinin mutlak olduğu ve bacak bölgelerine yapılan bu atışlarda toplu saçma girişi ile geniş doku ve kemik defekti (eksikliği, kaybı) yanında ana damar ve sinir paketinin tamamen parçalanıp ani ve bol miktarda kan kaybı sonucu kısa sürede ölümün meydana geldiğinin bilinen veya bilinmesi gereken bir durum olması nedeniyle; somut olayda av tüfeğiyle yakın mesafelerden toplu saçma girişi meydana getirecek şekilde atış yapılması halinde muhakkak olan ölüm neticesinin gerçekleşeceğinin sanık tarafından bilinmesinin gerektiği anlaşılmakla”
Mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti
Carrara, darbelerin adedini önemli sayar. Fakat darbenin (veya atışın) tekliği veya çokluğu, tek başına yani yan deliller olmaksızın öldürme kastının kesin delili olamaz.
Yaralanma olayında mağdurun birçok yerine isabet eden çok sayıda atış veya darbe, kural olarak failin öldürme kastı içinde hareket ettiğini gösterirken; failin imkanı olmasına rağmen tek bir atış veya darbe ile yetinmesi yaralama kastını göstermektedir.Ancak bu görüş eleştirilmeye açıktır. Nitekim çoğu zaman hayati bölgeye yapılan tek atış veya tek darbe de öldürmek için yeterli olmaktadır.
Kaydedilen isabet sayısı, isabet yeri, şüphesiz ki suçta kullanılan araçla da doğrudan ilgilidir. Ateşli silahla birden fazla yapılan atış, bazen isabet yeri önemli olmadan öldürmeye teşebbüs sayılırken, kullanılan aracın kesici-delici alet olması halinde isabet sayısı, yeri ve vücutta meydana getirdiği harabiyet önem kazanmaktadır.
Gerçekten de ateşli silahlarda hedef almak ve hedef bölgeye isabet ettirmek oldukça zordur. Kişinin öldürme kastı yoğun ise hedef alınan bölgeye isabet ettirmek için tekrar tekrar deneyeceği de açıktır. Bununla birlikte kesici delici aletler ile öldürmek de ateşli silahlardaki kadar kolay değildir. Kavga esnasında mağduru korkutmak için bıçak sallayan failin, mağduru öldürme kastının olmadığı açıktır. Yüzeysel kesi oluşturma ihtimali bu tür aletlerde oldukça fazladır ve birden fazla kesi olması da tabi ki öldürme kastının varlığına yeterli delil olmayacaktır. Yargıtay da bir kararında, mağdurda hayatî tehlike oluşturan yaranın birden fazla olması hâlinde failde öldürme kastının; vasıflı yararın bir adetten ibaret olması ve bunun da emsaline göre daha ağır olmaması hainde yaralama kastının bulunduğunu göstereceğini belirtmiştir.
Ancak isabet sayısı tek olsa bile, kesici- delici aletle kalp gibi en hayati organın hedef alınması ve kalpte ya da yanında isabet kaydedilmesi, öldürmeye teşebbüs olarak değerlendirilebilmektedir. Bu hususun da dikkatle incelenmesi, diğer kriterlerin de göz önünde bulundurulması gerekecektir. Nitekim bıçağın kalbe direkt olarak saplanması bizce de öldürme kastına delalet ederken kalp üzerinde yüzeysel kesinin olması durumunda gerçekten kalp mi hedef alınmış, failin öldürme kastına işaret eden başka unsurlar var mı gibi sorularla birlikte titizlikle incelenmelidir. Süregelen bir kavga esnasında yahut anlık korku, panik, heyecan yaşanılan bir olay sırasında hedef gözetilmeden yaralama kastıyla kesici-delici alet sallanması oldukça muhtemeldir.
Genellikle “ateşli silahla defalarca ateş edilmesi” kastın kabulüne yeterli sayılmaktadır. Buna karşın “tabanca ile bir kez ateş edilmiş olmasının kastın her zaman mevcut olmadığına delalet etmeyeceğine” karar verilmiştir. Bu görüş bizce de doğrudur. Hayat her zaman kitaplarda yazıldığı gibi düz bir şekilde işlemiyor, yapılan atışın hedefi bulma olasılığı failin silah tecrübesiyle, silahın sapmasıyla, deneyimle paralel incelenmelidir. Ülkemizde de ateşli silahlar her ne kadar yaygın olsa da isabet almanın ne kadar bilindiği tartışmaya açık bir husustur. İlgili Yargıtay görüşlerine örnek verecek olursak:
“Tedbir amacıyla yastığının altında muhafaza ettiği yarı otomatik tabancasını perde ile kapatılmış pencereye doğrultarak yaklaşık 4 metre mesafeden 13 kez tetiğe basarak silahının şarjöründe bulunan 13 merminin hepsini tek tek ateşlediği”olayda öldürme kastının varlığını kabul etmiştir.
“Maktulün olayda kullandığı silahın tabanca oluşu, ortamın loş bir ortam olması, sanığın maktulün tabancayla depoya geldiğini ve tabancayı kurduğunu anlaması karşısında ilk atışı doğrudan maktule yapmayıp havaya sıkması sanığın öldürme kastıyla hareket etmediğini göstermektedir.”
Defalarca yapılan atışta hedef mobil olduğu için isabet alan yerler hayati olmayabilir ancak hedefin hareketli olması öldürme kastını bertaraf etmiş olmaz. Bununla birlikte direkt cepheden olan atışlar öldürme kastının kanıtı sayılmaktadır.
Darbe şiddeti, kesici-delici ya da künt aletin direk havalesinin vücutta meydana getirdiği harabiyeti anlatmaktadır. Ağırlıkları nedenleriyle işte kullanılan ve künt nitelikte olan aletlere ezici aletler denir. Künt cisimle kafaya direk olarak vurulması ya da kesici-delici aletle bir kez vurulsa bile iç organlarda meydana gelen harabiyetin ağırlığı, çökme kırığının alanı kastın belirlenmesi açısından önem arz etmektedir.
“Sanık Ünal’ın ise elinde bulunan 2 kg.lık boş tüp ile kafa bölgesinden, sol temporalde hayat fonksiyonlarını orta (2) derecede etkileyecek derecede kırığa ve hayati tehlike geçirmesine neden olacak şekilde tek darbe ile katılan Uğur’u yaraladığı olayda”
Bu hususun önemine dikkat çeken bir olayda,Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 16.11.1987 tarihli içtihadında, failin mağdura on yedi kez bıçak sapladığı olayda; failin zorlayıcı neden olmamasına rağmen fiilini devam ettirmediği ve yaraların yüzeysel kaldığı belirtilerek, eylemin kasten yaralama olduğuna, hükmedilmiştir.
Bununla birlikte künt cisimle kafaya bir kez vurulması her zaman öldürme kastının varlığını göstermemektedir. İlgili bölge ‘hassas bölge’ olarak ifade edilmesine karşın buna ek olarak darbe şiddetinin de hesaba katılması gerekmektedir, tek başına hassas bölge olması hedef alınmasında her zaman öldürme kastının varlığına işaret etmemektedir. Gerçekten de çoğu darbede kafada çökme veya kırık oluşmamaktadır. Nitekim hassas olan beyindir ve kafatası aşılmadan beyne zarar vermek de oldukça zordur.
İlgili kararda da künt cisimle kafaya bir kez vurulması öldürme kastının varlığına yeterli delil oluşturmamıştır:
“Sanığın sopa ile kafasına vurduğu, baygınlık geçirmesi üzerine götürüp yatırdığı, sabah kendisine gelememesi üzerine, tam da öğretmenine yazdığı mektupta sözünü ettiği gibi merdivenden düştüğünden bahisle hastaneye kaldırıldığı, beş gün komada kaldıktan sonra vefat ettiği, otopsi raporunda; “ölümün künt kafa travmasına bağlı beyin doku hasarı neticesi meydana geldiği, kasten yaralama sonucunda ölüme neden olma suçunu işlediği sabit olup”
Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem taşıyıp taşımadığı
Uygulamada en çok kullanılan kriter mağdurun vücudunda meydana gelen yaranın yeri ve mahiyetidir. Suçta kullanılan aracın öldürücü olmayan bölgelere isabet etmiş bulunması durumunda esas olan öldürme kastının bulunmadığıdır. Ancak, yan delillerle aksi düşünceye varmak da olanaklıdır.
Vasıtanın başa vurulması çok defa öldürme kastının delili sayılır. Elbette ki darbenin şiddeti de göz önüne alınmalıdır. Ancak burada da başa vurmada tesadüf veya sekme olmamalıdır. Yani asıl olarak baş nahiyesi hedef alınmış ve şiddetle vurulmuş olmalıdır. Göğse vaki isabette de öldürme kastı ortaya çıkmaktadır. Karın yani batın, hayati bölgelerden sayılmakta olup, iç organların harap olması halinde öldürme kastı aşikardır.
Yargıtay uzun yıllar yaralama ile öldürmeye teşebbüs ayrımında, hatalı bir şekilde, isabet sayısı açısından vücut boşluğuna (batın ya da toraksa) giren birden fazla alet darbesini öldürmeye teşebbüs, bir tanesini ise yaralama olarak değerlendirmişti. Son yıllarda daire, haklı olarak bu kriterden uzaklaşma eğilimine girmiş, göğüs boşluğuna nafiz olan bıçak/tornavida gibi alet yarası bir tane olsa bile, meydana gelen iç organ harabiyetini, darbe şiddetini ve silahın özelliğini esas alarak eylemin öldürmeye teşebbüs kabul edilmesi gerektiğini benimsemiştir. Ancak bu noktada da failin hedef seçme imkanının olup olmadığı özellikle nazara alınmalıdır. Nitekim hareketli bir ortamda göğse gelen darbede hedef seçme imkanının olmadığı açıktır ve dolayısıyla öldürme kastının varlığından da bahsedilemez. Hedef seçme imkânına dair değerlendirme yapılırken, mağdur ve failin olay anındaki bulundukları yerde yokuş bulunması, havanın yağmurlu, sisli, karanlık veya aydınlık olması gibi faktörler göz önünde bulundurulmalıdır.
Nitekim bu hususa Yargıtay’ca da dikkat çekilmiştir:
“Sanık Savaş’ın geri dönerek mağdur Ferat’a engel olmaya çalıştığı, mağdur Ferat’ın eylemlerine devam etmesi ve kendisine de vurması üzerine bıçakla mağdur Ferat’a sağ lomber bölgeden bir kez vurarak basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaraladığı, mağdur Ferat’ın araca doğru gitmesi üzerine takip etmediği ve mağdur Nihat’a da bıçakla üç kez vurarak yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaraladığı olayda; Darbe sayısı, mağdurdaki yaranın niteliği, ani gelişen kavga sırasında özellikle hayati bölgenin hedef alındığını, öldürme kastıyla hareket edildiğini gösterir, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve yeterli kanıt bulunmadığı anlaşıldığı halde, kasten yaralama suçundan hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, suçun niteliğinde hataya düşülerek kasten öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması, Yasaya aykırı olup…”
Failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği
Suça teşebbüsün zorunlu unsurlarından biri de kişinin elinde olmayan nedenlerle suçun tamamlanamamasıdır. Bu itibarla, kasten öldürme suçunun tamamlanmasına engel sebep failin ihtiyarı dışında ise kasten öldürmeye teşebbüsten söz edilir.
Failin, kendi isteğiyle eylemine son vermesi, engel bir durum bulunmadığı ve fiile devam etme olanağına sahip olduğu durumlarda fiile devam etmemesi, kastının öldürme olması hususundan uzaklaştırmaktadır. Bu kapsamda ele alınması gereken bir durum da gönüllü vazgeçmedir. Failin amacı mağduru öldürmek olsa ve bu husus tespit edilse dahi, fail davranışlarını tamamlamaktan gönüllü vazgeçer veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, TCK m.36 gereğince eylem, gönüllü vazgeçme olarak nitelendirilecek ve fail adam öldürmeye teşebbüsten değil, yaralama suçundan dolayı cezalandırılacaktır. Nitekim Yargıtay’ın görüşü de bu yöndedir.
“Sanığın, aralarındaki tartışma nedeniyle aniden gelişen olayda hem nacak hem de bıçak kullandığı ve mağdureyi, sol 6. interkostal aralıkta toraksa nafiz olan ve pnomotoraks oluşturan tek sayıda kesici delici alet darbesiyle hayati tehlikeye neden olacak şekilde, kafa ve sol femurdaki diğer iki kesici alet darbeleriyle ise hayati tehlikeye neden olmayacak halde üç yerinden yaraladığı, herhangi bir engel neden bulunmadığından eylemine devam etme olanağı olduğu halde, mağdurenin yapmamasını söylemesi üzerine, eylemini sürdürmeyerek bırakıp gittiği anlaşılmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kuruluyla, 1. Ceza Dairesinin kararlarına süreklilik kazandırır düzeyde yansımış müşterek kabule göre, delici kesici aletle vaki olup hayati tehlike yaratan darbın bir adette kalması durumunda failin kastının öldürmeye yönelik bulunduğu hususu kuşkulu kalacağından ve aşılamayacak kuşku da lehe yorumlanmak gerektiği deneylemin yaralama olarak kabul ve takdirinde zorunluluk bulunmaktadır.”
“ Açıklanan nedenlerle, 5237 sayılı TCY’nın 36. maddesi uyarınca gönüllü vazgeçme koşulları oluştuğundan, sanığın öldürmeye teşebbüs suçu yerine, o ana kadar icra ettiği eylemlerin karşılığı olup, tamamlanan silahla kasten yaralama suçundan cezalandırılması ve mağdurdaki yaraların yerlerine ve niteliklerine göre 5237 sayılı TCK’nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak tayin edilmesi gerekmektedir.”
“Sanık ile katılanın uzun süre arkadaşlık yaptıkları, sanığın katılanla evlenmek istediği, katılanın ise sanığı reddettiği, olay günü sanığın katılana “beni bırakamazsın, benimle birlikte olacaksın” dediği, katılanın oradan uzaklaşmak istemesi üzerine ise katılanı sağ alt ekstremiteden basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte altı bıçak darbesiyle, sol alt ekstremiteden ise en az biri femoral arter, safen ven ve peroneal sinir yaralanmasına neden olacak ve hayati tehlike oluşturacak nitelikte iki bıçak darbesiyle yaraladığı, katılanın sanığa “üç çocuğum var, ne olur beni öldürme” diye yalvarması üzerine eylemini sonlandırdığı anlaşılan olayda, sanıkla katılan arasında öldürmeyi gerektirecek boyutta bir husumetin bulunmaması, sanığın hedef seçme imkanı olmasına rağmen katılanın hayati önem taşıyan bölgelerine vurmaması, katılanın vücudunda meydana getirilen yaraların yeri ve nitelikleri ile engel bir neden bulunmamasına karşın sanığın kendiliğinden eylemine son vermesi hususları birlikte göz önüne alındığında, eyleminin kasten yaralama olarak kabulü gerekmektedir.”
Failin eylemini tamamlamamasına; engel olup araya giren kişilerin varlığı; mağdurun kendini savunması, kovalanması fakat yakalanamaması, direnmesi yahut bağırması; ateşli silahta merminin bitmesi, silahın teknik açıdan şişme, tıkanma, mermi sıkışması gibi nedenlerle kullanışsız hale gelmesi; failin birilerinin geldiğini düşünerek korkuya kapılması, ayak sesleri duyması örnek olarak sayılabilir. Eylemin tamamlanmasına engel olan neden objektif olmalı ve kanıtlarıyla ortaya konulmalıdır. Ancak bu hallerde failin gönüllü vazgeçtiğini söylemek mümkün değildir ve sorumluluk diğer kriterler ile birlikte kasten öldürmeye teşebbüs noktasında değerlendirilecektir.
“Katılanın yaralanmasından sonra, olay yerinde bulunan tanıklar tarafından sanığa müdahale edildiği ve elindeki silahın zorla alındığı, bu hali ile sanığın eylemine kendi iradesi ile son vermediğinin anlaşılması karşısında, olayda kullanılan silahın elverişliliği, ateş edilen karın bölgesi, atış mesafesinin kısalığı, sanığın ateş etmeye devam edecek iken tanıklar tarafından engel olunması, acil müdahale sonucu katılanın kurtarılabildiği dikkate alındığında, sanığın kastının öldürmeye yönelik olduğunun kabulü ile ‘kasten öldürmeye teşebbüs’ suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, suç vasfında hata yapılarak kasten yaralamadan hüküm kurulması nedeniyle kararın bozulması gerektiği”
Ancak icranın tekrarlanmaması, örneğin mağdurun önceki atış veya darbeler sonucu yere düşmesi nedeniyle failin istediği ölüm sonucunu elde ettiği inancıyla olmuşsa, bu durum evvelce belirlenen öldürme kastını ortadan kaldırmaz.
Olay sonrası mağdura yönelik davranışları, başka bir anlatımla olayın kendine özgü tüm özellikleri
Failin olaydan sonra yaralanan mağduru hastaneye yetiştirmek için yoğun bir çaba sarf etmesi, pişmanlığını gösterir davranışlarda bulunması ve sözler sarf etmesi gibi hallerde kastının yaralamak olduğunun kabulü gerekmektedir:
“Sanığın mağdura yönelen eylemi, kullanılan silahın niteliği ve hedef alınan vücut bölgesi dikkate alındığında, niteliği itibariyle öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturmakla beraber; sanığın abisi ile birlikte mağduru hastaneye götürmesi nedeniyle neticenin gerçekleşmesini önlediği anlaşılmakla; hakkında “gönüllü vazgeçme” hükümlerini düzenleyen 5237 sayılı TCK.nun 36. maddesi uyarınca kasten yaralama suçundan hüküm kurulması gerektiği düşünülmeyerek, suçun niteliğinde yanılgıya düşülmesi”
“Sanık Erkan’ın, mağduru bıçakla batın, spina iliaca, kol bölgelerinden biri batına nafiz olacak ve peritonu delecek şekilde toplam dört isabetle yaralaması sonucu, mağdurun hayati tehlike geçirdiği olayda; 5237 sayılı Yasanın 1 -3 yıl arasında ceza öngören 86/1 maddesinin uygulanması sırasında yaraların niteliği, suçun işleniş özelliği, sanığın suç işledikten sonraki davranışları, mağduru hastaneye götürmesi dikkate alınarak, alt ve üst sınırlar arasında makul bir ceza tayin edilmesi”
Ancak unutulmamalıdır ki tüm bunlar pişmanlığın göstergesi de olabilmektedir. Bununla birlikte bu eylemelere yönelen iradede dış faktörler etkiliyse, yine gönüllü vazgeçmeden bahsetmek mümkün olmayacaktır:
“Sanık…’un, babası mağdur …’un yemeği ile mağdur …’ın kahvesine organofosfat içeren böcek ilacı kattığı, mağdurların zehirlenme belirtileri göstermeleri üzerine, tanık …’nın, sanığa mağdurları hastaneye götürmeyi teklif ettiği, ilk aşamada sanığın mağdurları hastaneye götürmeyi kabul etmediği, tanık …’nın ısrarları ve sanığı ikna etmesi sonucu, mağdurların hastaneye kaldırılarak tedavilerinin yapıldığının anlaşılması karşısında; sanık hakkında 5237 sayılı TCK.nın 36. maddesinde öngörülen gönüllü vazgeçme hükümlerinin uygulanmamasında bir isabetsizlik görülmemiş”
Ayrıca aksi bir şekilde, failin ‘Kaçma seni öldüreceğim!’ gibi sözler sarf etmesi, üstü kapalı şekilde veya açık açık her yerde mağduru öldüreceğini söylemesi, kaçan mağduru takip etmesi, mağdurun hastaneye götürülmesine engel olması da faildeki öldürme kastının varlığı ihtimalini kuvvetlendirecektir.
“Sanığın mağdura “Sen sus karışma, her şey senin başının altından çıkıyor, ortalığı karıştıran sensin, ne hakla konuşuyorsun, bak seni vurur öldürürüm” şeklinde sözler söyleyerek belinden çıkardığı tabancayla mağdurun yanına gittiği, sanığın, sol eliyle kanepede oturan mağdurun saçlarından tutup başını öne eğdiği ve sağ elinde bulunan tabancayı da kurma kolunu çekerek mağdurun ensesine dayadığı, hemen ardından bir el ateş ettiği, mağdurun ensesinden giren mermi çekirdeğinin iç organlara ve büyük damarlara zarar vermeden sağ meme altından çıktığı, mağdurun hayati tehlike geçirmeyecek ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek ölçüde yaralandığı olayda; sanık … ile mağdur … arasında her ikisinin de… ile olan ilişkilerinden kaynaklanan önceye dayalı husumet bulunması, olaydan kısa bir süre önce de…’in sanığa gönderdiği mesajlarda sanıktan eve gelerek bağırıp çağırmasını, …’ı elinden kaçırmamasını ve…’a gözdağı vermesini istemesi, yanına aldığı ruhsatsız silahıyla sinirli bir şekilde eve gelen sanığın mağdur … ile tartışması ve silahla ateş etmeden hemen önce mağdura “Seni vurur öldürürüm” şeklinde sözler sarf etmesi, her ne kadar mağdurun hayati tehlike geçirmeyecek şekilde yaralandığı anlaşılmış ise de sanığın yakın mesafeden mağdurun hayati bölgesini hedef alarak ateş etmesi ve sanığın suçta kullandığı silahın elverişliliği birlikte değerlendirildiğinde; sanığın, söz ve eyleme bağlı olarak ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olduğunun kabulü gerekmektedir.”
Yargıtay’ın kıstasları bu kadar olmakla birlikte yeterli olmadığını düşünmekteyiz. Bu verilerin yanıltıcı sonuçlara ulaştırabileceği de göz önünde bulundurulmalı ve failin kastı belirlemeye çalışılırken birtakım ilke ve kurallara bağlı kalınmasındansa her somut olayın özelliklerine göre ayrı değerlendirmeler yapılmalıdır. Nitekim öğreti de bu görüşe katılmakta ve birtakım yardımcı kriterler de belirlemektedir. Bunlara da değinmenin gerekli olduğu kanısındayız. Bu sebeple buradan sonra eklemeye değer gördüğümüz doktrinsel kıstaslara değineceğiz.
Mağdurun Yaşı ve Kişisel Özelliği
Söz konusu kıstas mağdurun maruz kaldığı darbelere dayanma gücünü ve olayın özelliğine göre eylemin öldürmeye teşebbüs olarak nitelendirilmesini gerektirebilir. Nitekim, özellikle bebekler, küçük çocuklar ya da çok yaşlı, sakat insanların maruz kaldığı şiddet, beden yapılarına göre kaldırmaları mümkün olmayan boyutlarda ise eylemin kasten yaralama, neticesi sebebiyle ağırlaşan yaralama şeklinde değil, öldürmeye teşebbüs ya da kasten öldürme olarak vasıflandırılması gerekmektedir.
Gerçekten de bir bebeğin şiddetle başına vurulması ile yetişkin birisinin başına aynı şiddetle vurulmasının farklı sonuçlar doğuracağı aşikardır. Söz konusu kişiler zayıf olduklarından, ceza hukukumuzun zayıfları korumasının bir gereği olarak ilgili kriterin de göz önünde bulundurulması gerektiği görüşündeyiz.
Bununla birlikte mağdurun şeker hastası olması, hemofili hastası, kalp hastası olması gibi birtakım kişisel özelliklerin bilinerek hareketin yapılmış olması öldürme kastının mı yaralama kastının mı olduğu konusunda yol gösterici nitelikte olacaktır. Gerçekten de bir kişinin burnunu kanatacak şekilde yaralamak yahut yüksek dozda şeker içeren bir içecek vermek hayatın olağan akışında tek başına ölüm sonucu doğurmaya elverişli değildir ve kişilerin bu hususta öngörülü davranması beklenemez. Ancak failin, mağdurun hastalıklarını bilerek bu eylemleri gerçekleştirmiş olması durumunda failin öldürme kastının olduğunu gündeme getirecektir.
Atış Mesafesi ve Olay Yerinin Özelliği
Atış mesafesi gerek silah gerekse katı cisimlerin atılması olaylarında kastın belirlenmesinde önem kazanır. Ateşli silahlarda, atış uzaklığına göre bir sonuca varmak silahın etki alanına ve cinsine bağlıdır.Nitekim atış mesafesi, kullanılan ateşli silahın menzilini değil, etkili mesafesini anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Elbette etkili mesafe dışından da isabet kaydedilip kişi öldürülebilir. Ancak etkili mesafe dışındaki uzaklık, hem isabet ihtimalini hem de isabet kaydedilse bile mermi çekirdeğinin/saçma tanesinin öldürücü özelliğini azalttığı için, kastı belirlemeye yarayan yardımcı bir ölçüt olarak kullanılmaktadır.
“ Sanığın, yaklaşık 20 metre mesafeden, içerisinde 7 numara saçma ile doldurulmuş av fişeği bulunan av tüfeğiyle bir el ateş ederek mağduru el bilekleri, kol, sırt ve omuz bölgesine isabet eden çok sayıda saçma tanesi ile basit tıbbi müdahaleyle iyileşecek şekilde yaraladığı olayda; yapılan keşif sırasında atış mesafesinin değişik anlatımları dikkate alınmak suretiyle 19 ve 21 metre olarak ölçülmüş olması ve Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi raporunda olayda kullanılan tüfeğin tesir mesafesinin 20 metre olarak belirtilmiş bulunmasının mağdura isabet eden saçmaların vücuda girememesi nedeniyle atış mesafesini 21 metre olarak gösteren anlatımı doğrulayacağı anlaşılmakla, atış sırasında kullanılan av fişeğinin 21 metre mesafeden ölüm sonucunu meydana getirmeye elverişli olmaması nedeniyle eylemin kasten yaralama suçunu oluşturduğu düşünülmeden suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde öldürmeye teşebbüsten hüküm kurulması,”
Söz konusu mesafe belirlendikten sonra ilgili aracın o mesafede yaralayıcı mı öldürücü mü etkiye sahip olduğu belirlenmelidir. Bu husus özellikle soruşturma aşamasında yapılacak olan olay yeri inceleme veya yer gösterme gibi işlemler ile tam ve sağlıklı bir şekilde tespit edilebilir. Dolayısıyla ilgili makamların bu işlemleri titizlikle yapması gerekmektedir.
Bununla birlikte atış mesafesi tek başına belirleyici bir kriter değildir. Söz konusu kriter her zaman isabet ve diğer faktörlerle birlikte değerlendirilmelidir.
Kastın tespit edilmesi aşamasında olay yerinin özellikleri de son derece önem arz etmektedir. Olayın gerçekleştiği yer dar bir yerse bu alanda meydana gelen silah atışı mecburen alanın genişliğine göre belirlenecektir. Nitekim Yargıtay da, gazinoda gerçekleşen ateşli silahla vurulma sonucu ölüm meydana gelmesi olayında, “yapılan keşif sonucuna göre bar içerisinde bulunan maktul ve mağdurun isabet almasının mutlak ve kaçınılmaz olması karşısında” diyerek doğrudan kast ile öldürmenin mevcut olduğunu belirtmiştir.
BU ÖLÇÜTLERİN KULLANILMASI
Yukarıda sayılan ölçütler alternatif ölçütler olmadığı gibi, hepsinin aynı olayda gerçekleşmesi biçiminde zorunlu unsurlar da değildir. Bu ölçütler sınırlı sayıda değildir, geliştirilebilir ve değiştirilebilir niteliktedir.Eğer bu kriterlerin sonucunda da failin kastı tam olarak belirlenemiyorsa ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesi gereği failin sorumluluğu yaralama suçundan doğacaktır.Yargıtay Ceza Genel Kurulu ilgili kararında bu ilkeyi tanımlamıştır:
“Latince ‘in dubio pro reo’ olarak ifade edilen ve masumiyet (suçsuzluk) karinesinin bir uzantısı olan ‘şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ ceza yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki önemli ilkelerinden biridir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Şüpheli ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemez. Ceza mahkûmiyeti bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, teorik de olsa hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir. Anayasanın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan suçsuzluk karinesi, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu karine uyarınca, suçsuz olduğu varsayılan kişinin suçlu kabul edilmesi için kesin hükümle mahkum olması, mahkumiyet için de fiilin ispatlanması, yani şüphenin bertaraf edilmesi gerektiğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi suçsuzluk karinesinin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Prof. Dr. Hakan Hakeri; Şüpheden Sanığın İstifade Etmesi İlkesini, ‘Mahkeme, Muhakeme Hukuku açısından kullanılmasına izin verilen bütün delilleri dinlediği halde, maddi mesele hakkındaki şüphesini yenemezse, suç fiilini sanığın lehine olacak şekilde karara bağlar. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddesindeki ‘suçsuzluk karinesi’, şüpheden sanığın faydalanmasını gerektirir’ şeklinde özetledikten sonra; şüpheden sanık yararlanır kuralının anlamını şu şekilde açıklamıştır.
‘Şüpheden sanık yararlanır’ ilkesi, ceza yargılaması hukukunda geçerli olan ve mevzuatımızda yazılı olarak hükme bağlanmamış bulunan bir ispat kuralıdır. Buna göre, bir suç işlediği iddiasıyla yargılanan kimse hakkında mahkûmiyet kararının verilebilmesi için, o kimsenin o suçu işlediğinin yüzde yüz oranında kesin olması, ispatlanmış bulunması gerekir. Bu noktadaki yüzde birlik şüphe dahi, sanığın beraat etmesine yol açar.
Böylece masum bir kimsenin cezalandırılmasındansa, suçlu bir kimsenin serbest bırakılması daha üstün tutulmaktadır. Nitekim jüri sisteminin bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde jürinin tek görevi, sanığın suçu işleyip işlemediği konusunda, yani ispat hususunda karar vermektir. Jüri 11 üyeden oluşmaktadır ve bir kimsenin suçu işlediğine karar verilebilmesi için 11 üyeden, 11’inin de sanığın suçu işlediğine kanaat getirmesi gerekir. 10 üye sanığın suçu işlediği; ancak bir üye işlemediği yönünde oy kullandığı takdirde, sanığın beraatına karar verilir. Bu örnek, şüphenin yüzde yüz oranında yenilmemesi dolayısıyla, sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğini göstermektedir.”
Yargıtay’ın da pek çok kararında bu ilkeye gerekli önemi verdiği açıkça görülmektedir:
“Olay günü, yanlarında bulunan tanık … ile birlikte alkol alan mağdurlar; … ve …, almış oldukları alkolün de etkisi ile daha önceden … hakkında dedikodu yaydığını düşündükleri sanığın evine gelerek konuşmak istedikleri, konuşmanın kavgaya dönüştüğü, sanığın, evde kız arkadaşı olduğunu söyleyerek mağdurları gönderdiği, ancak mağdurların yeniden sanığın evine geldikleri, … elindeki sopa ile tehditte bulunması üzerine, sanığın 300 metre ilerdeki abisinin çalıştığı yerden aldığı bıçakla mağdurları yaraladığı olayda; hareketli kavga ortamında mağdurun özellikle hayati bölgelerinin hedef alındığını gösterir, her türlü şüpheden uzak yeterli ve kesin delil bulunmadığı anlaşılmakla, sanık hakkında kasten yaralama suçundan hüküm kurulması yerine yazılı şekilde suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşülerek kasten öldürme suçuna teşebbüsten hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiş olup…”
“ SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- ) Kahramanmaraş 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 30.11.2012 gün ve 223-3763 sayılı direnme hükmünün;
a- ) Kasten öldürme suçuna ilişkin olarak, sanık A. Ö.’in sanık Y. katılanlara yönelik teşebbüs aşamasında kalan kasten öldürme eylemine yardım eden olarak katıldığı hususunun şüphe boyutunda kaldığının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,”
SONUÇ:
Kişinin en temel hakkı, yaşama ve vücut bütünlüğünün korunması hakkıdır. Çalışma konumuz ise bu haklardan mutlaka birinin ihlal edildiği; ancak hangisinin ihlal edildiğinin suç kastı yönünden tespiti üzerine inşa edilmiştir.
Suç işleyen veya suç işlemek maksadıyla icra hareketlerine başlamış olan failin kastının belirlenmesi esasen iç dünyasına ilişkin bir problem olmakla birlikte gerekli olan ceza tayinini yapmak açısından önem arz etmektedir. Her ne kadar kastın belirlenmesine yönelik birtakım yol gösterici kriterler koyuluyor olsa da bunlar gerçek hayatta her zaman yeterli olmamaktadır.
Gerçekten de failin saikinin belirlenmesi oldukça zordur. Gerek yargı kararları gerek doktrin görüşlerine başvurulsa da her zaman somut olay ve somut olayın özellikleri birincil kriter olarak öne çıkmaktadır. Dolayısıyla yukarıda sözü edilen kriterler yol gösterici nitelikte olmakla birlikte ‘her somut olayda başvurulması gerekmektedir’ gibi bir zorunluluk arz etmektedir. İlgili olayın özelliklerine göre uygulanabilir olanlar uygulanarak kastın hangi suça yönelik olduğunun tayini yapılmalıdır. Bazen tek kriter bu belirlemeyi yapmaya yeterken bazen de birden fazlasının uygulanmasıyla bir sonuca varılmaktadır.
Ceza yargılamasında, özel hukuk yargılamasında olduğu gibi bir ispat külfeti bulunmamaktadır. Ceza yargılamasının hiçbir süjesi ispat külfeti ile yükümlendirilmemiştir. Kastın ispat edilmesi tamamen delilleri serbestçe ve doğrudan doğruya değerlendirecek olan mahkemenin davayı şekillendirme yetkisi kapsamında değerlendirilmesi gereken bir husustur.
Bu noktada da gündeme ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesi gelmektedir. Bu ilke gereğince ispat edilemeyen ve şüphe doğuran hususlarda failin lehine yorum yapma zorunluluğu doğmaktadır. Hiçbir şekilde karinelerden veya kastın ispatının zorluğundan hareketle yaklaşık ispat yeterli görülerek failin kastının öldürmeye yönelik olduğu yönünde kanunda olmayan bir objektif sorumluluk hali meydana getirilmemelidir.
Bu sebeple failin kastının öldürmeye yönelik olduğunun ispat edilemediği durumlarda, kasten öldürmeye teşebbüse nazaran daha az ceza gerektiren ve fail lehine olan yaralamadan ceza tayini yapılması gerekmektedir. Somut olayın özelliklerine göre basit yaralama (m.86) yahut neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamadan (m.87/1,2,3) hüküm kurmak gereklidir.
Prof. Dr. Kemal GÖZLER’in deyimiyle; hukuk, ancak Öklid’in teoremleri misali, doğruluğu apaçık olan ilkelerin geliştirildiği ve bu ilkelerin bütün hukukçular tarafından benimsenip standart olarak uygulandığı gün ‘bilim’ olma sıfatını hak edecektir. İşte ancak o gün, hukuk problemleri bütün hukukçular tarafından aynı şekilde çözümlenecektir. Böyle bir sistemde mahkeme kararları da önceden doğru olarak tahmin edilebilecektir. İşte ancak böyle bir sistemde, hukuk güvenliği ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesi gerçekleşmiş olacaktır.
Konumuzun da gelişmeye ve geliştirilmeye açık olduğu ortadadır. Nitekim bu gelişmeleri sağlayacak olanlar da yine hukukçulardan başkası olmayacaktır. Çalışmamızın hukukun bilim olma sıfatını hak etmesi yolunda bir adım olmasını umuyoruz ve hukuki devlet ilkesini sağlanmasında yardımcı olmasını ümit ediyoruz.
EVRİM AYŞE AYDOĞAN
ANKARA ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
4. SINIF ÖĞRENCİSİ